Dediğim şu: Bizim halkımız, gönlünü İsa’ya, İsa’nın öğretilerine kaptırdığı için çoktan aydınlanmıştır. “Bu halk İsa’nın ne söylediğini bilmiyor ki, kimse bu halkı karşısına alıp İsa’nın ne öğrettiğini anlatmadı ki! ” diyeceksiniz. Boş laftır bu. Halk bileceğini biliyor, softalık sınavında çakarmış, ne umuru! Halk bugün bildiğini Allah evinde öğrendi. Halkın yüzyıllardan beri haşır neşir olduğu duaların, ilahilerin değerinin yanında bilgiç hafızların söyleyecekleri solda sıfırdır. Halk düşmandan kaçıp dağa çıktığında, ormanlara sığındığında dualarını tekrarlıyor, ilahilerini çağırıyordu. Batu Han istilası sırasında bile, ta o zaman bile bu halk, “Rabbim gücünü bizden esirgeme,” demesini biliyordu. Sonradan bu ilahiyi kelime kelime öğrendi, yüreğine perçinledi. İsa’dan başka tutanağı kalmamıştı çünkü. Zaten bütün Hıristiyanlıkta doğru olan ne varsa bu bir tek ilahidedir, baştan sona kadar. Ne yapalım yani, kimse halkın karşısına çıkıp vaaz vermiyorsa, keşişler laflarını ağızlarında geveliyorsa? Liberallerin uydurduğu, sonra da kilisemize yönelttiği bu ağır suçlamayı çok duyduk şimdiye kadar. Bu yetmiyormuş gibi bir de dinî törenlerde kullanılan Slav dilinin elverişsizliğini başımıza kakar dururlar. Sözde halkın anlamadığı bir dilmiş! Öyledir diyelim. Ne çıkar bundan? Papaz beri gelip okumaya başlamasın: “Rabbim, hayatımın Tanrısı!”... İşte Hıristiyanlığın bütün anlamı, bütün öğretecekleri! Halk bu duayı ezbere bilir. Halk ermişlerin hayatlarını da ezbere bilir. Ezbere bilirler, her fırsatta büyük bir heyecanla birbirlerine anlatırlar. Fakat Hıristiyan kişiler olarak geçtikleri en çetin sınav, bütün bir tarih boyu sineye çektikleri sayısız, sonu gelmez acılardır. Bu halk neler çekmedi! Herkesin onu yüzüstü koyup gittiğini gördü. Her yerde ayaklar altında ezildi. Her zaman başkaları için çalıştı, başkaları uğruna hayatını tüketti. Bütün bu tarih boyunca İsa’dan başka kimsesi yoktu. Onun için İsa’yı, büyük avutucuyu bu halk bağrına bastı, bir daha bırakmamacasına. Çünkü İsa onu umutsuzluk kuyusuna yuvarlanmaktan kurtarmıştı. Bütün bunları niye söylüyorum size? Birazcık olsun size bir şeyler anlatabileceğimi sandığımdan mı? Sözlerime deli saçması diyeceksiniz. Kimbilir belki de, “Bu ne edepsizlik!” dersiniz. Ne derseniz deyin, zaten sizin için yazmıyorum bunları. Mesele önemli, çok önemli. Üzerinde enine boyuna konuşmamız gerek. Bu parmaklar kalem tuttukça bu ağız konuşacaktır. Şimdilik düşüncemin temelini belirtmekle yetinmek niyetindeyim: Eğer halkımız İsa’yı, İsa’nın öğütlerini bağrına basmakla çoktan aydınlığa ulaşmışsa İsa’yla birlikte gerçek aydınlanma katına çıkmış demektir. Böylesine sonsuz bir hâzinenin yanı sıra, Batı’nın bilimlerini de almak halk için gerçek bir nimet olacaktır. Bizim aramızda bilim, Batı’da olduğu gibi İsa’yı gölgeleyemez. Zaten orada da, Batı’da da İsa’yı gölgeleyen bilim değildi. Bu düpedüz liberallerin uydurmasıdır. Bilim çağı açılmadan çok daha önce Batı Kilisesi, İsa’nın anlamını bozmuştu; çoktan, bir kilise olmaktan çıkıp Roma devleti olmuş, sonradan da Papalıkla devleti birbirine karıştırmıştı. Evet, artık Batı’da gerçek anlamda ne Hıristiyanlık ne de kilise var. Bugün Batı’da gerçek Hıristiyanlar yoktur demiyorum, her zaman olacak; ne ki Katolik cemaati artık Hıristiyan olmaktan çıkmıştır. Her gün biraz daha putperestliğe kayıyor. Protestanlık ise gün geçtikçe Allahsızlığın, kararsız ve karanlık bir ahlak anlayışının korkunç uçurumuna yuvarlanıyor.