İmâm-ı Rabbânî
Unutmayalım ki bizler, bu fânî âlemden ebedî âleme intikâl eden Bahâüddîn Nakşibend, Abdülkâdir Geylânî, Mevlânâ, Yûnus Emre, Hüdâyî ve İmâm-ı Rabbânî gibi, irşadlarıyla cihâna yön veren Hak dostlarının, bugünkü evlâtları, talebeleri ve dostlarıyız.
Cenâb-ı Hak’tan niyâzımız odur ki; bizler de fânî hayatımızdan sonra kabrimizde kıyâmeti beklerken, yeryüzünde bizleri hayırla yâd ederek ruhlarımızı şâd edecek dostlarımız olsun.
Bizden sonra gelecek nesle, bugünden hoş bir sadâ bırakabilmek, ne güzel bir bahtiyarlıktır…
ÖNSÖZ
Bizleri, İslâm ve îman nîmetleriyle şereflendiren, Kur’ân-ı Kerîm’e muhâtap kılma lûtfunda bulunan ve Kur’ân’ın fiilî tefsiri mâhiyetindeki hidâyet rehberimiz Hazret-i Peygamber r Efendimiz’e ümmet olma bahtiyarlığına erdiren Allah Teâlâ’ya sonsuz hamd ü senâlar olsun.
Bu dünyada istikâmet ölçümüz, âhirette ise şefâat melceimiz, âlemlere rahmet, Fahr-i Kâinât Efendimiz’e, O’nun pâk ehl-i beytine ve ashâbına sonsuz salât ü selâm olsun!..
Peygamber Efendimiz r ve ashâbından sonra örnek alınacak zirve şahsiyetler, Hak dostu âlim ve ârif zâtlardır. Zira onlar, ilim, irfan ve örnek ahlâklarıyla birer “Peygamber Vârisi” mevkiindedirler.
Allah dostları:
Dînin zâhir ve bâtınını lâyıkıyla mezcederek şahsiyetlerine nakşetmiş;
Zühd ve takvâ yolunda kalben merhaleler katederek davranış mükemmelliğine ulaşmış;
İdrak ve ihâtalarını her iki cihan ufkuna genişleterek îman lezzetine ve duygu derinliğine kavuşmuş;
Bütün gayretleri, insanlığı kötü huylardan ve nefsânî ihtiraslardan kurtararak güzel ahlâka ve mânevî olgunluğa eriştirmek olan; kendisini ümmetten mes’ûl gören, âlim, ârif ve sâdık mü’minlerdir.
Cenâb-ı Hak, Tevbe Sûresi’nin 119. âyetinde:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!” buyurmaktadır.
Ubeydullah Ahrâr Hazretleri der ki:
“Bu âyet-i kerîmedeki «Beraber olun!» emri, dâimî bir sûrette beraberliği ifâde eder. Âyette «beraberlik» mutlak olarak zikredildiğinden, hem fiilî, hem de hükmî beraberliği ifâde eder. Fiilî beraberlik, sâdıkların meclisinde kalp huzûruyla fiilen bulunmaktan ibârettir. Hükmî beraberlik ise gıyâblarında da onların bizlere örnek hâllerini tahayyül etmek ve hikmetli nasihatlerini tefekkür etmekten ibârettir.”
Demek ki sâdık olma yolunda atılacak ilk adım, sâdıklarla beraber olmak, yani onlarla muhabbetli bir ülfet içerisinde bulunmaktır. Sâdık olmak, bu durumun tabiî bir neticesidir.
Bizler de -inşâallah- bu nâçizâne eserimiz vesîlesiyle, Allâh’ın sâlih ve sâdık bir kulu olan İmâm-ı Rabbânî Hazretleri ile gıyâben de olsa, beraber olmaya gayret edeceğiz.
Cenâb-ı Hak Meryem Sûresi’nin 96. âyetinde:
“Îmân edip de sâlih ameller işleyenlere gelince, çok merhametli olan Allah, onlar için (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” buyurmaktadır.
Cenâb-ı Hak sevdiği kullarına, âdeta bir mıknatıs gibi, içinde cevher olan her nasipli gönlü kendine çeken bir muhabbet sırrı lûtfediyor.
Hakîkaten her insan bu dünya misafirhânesine gelip gidiyor, bir müddet sonra ismi bile unutuluyor. Fakat Cenâb-ı Hak, dostlarını unutturmuyor.
O Hak dostları, fânî vücutlarından sonra da mâzî olmuyorlar. Nitekim dünyadaki hizmetlerini berzah âleminde de devam ettiren nice Hak dostu, bugün hâlâ aramızda yaşıyor, bizleri irşâd ediyor. Bizler öldükten sonra da onlar gönüllerde yaşamaya devam edecekler. Onların irşâd ömürleri; Hakk’a yakınlıkları nisbetinde, devirleri ve diyarları aşıyor.
Bir düşünecek olursak; büyük evliyâullâh’ın türbelerine gelen ziyaretçilerin sayısı bile, bu hususun kâfî bir delilidir.
Ayrıca şu hâdise de, Allâh’ın sevdiği kulları için gönüllerde yarattığı sevginin ne güzel bir misâlidir:
Rivâyete göre, Abbâsî halifesi Hârun Reşid, ihtişam ve saltanat içinde Rakka’da ikâmet ederken, bir gün o beldeye evliyâullah’tan Abdullah bin Mübârek Hazretleri teşrif eder. Bütün şehir halkı onu karşılamak için şehir dışına çıkar. Halife neredeyse koca şehirde yapayalnız kalıverir. Bu manzarayı balkondan seyreden Hârun Reşid’in bir câriyesi:
“–Bu da nedir? Ne oluyor?” diye sorunca oradakiler:
“–Horasan’dan bir âlim geldi. Adı Abdullah bin Mübârek. Ahâli onu karşılıyor.” derler.
Bunun üzerine o câriye der ki:
“–İşte gerçek sultanlık budur, Hârun’un sultanlığı değil! Çünkü Hârun’un sultanlığında polis zoru olmadan işçiler bile bir araya toplanmıyor!..”
Hakîkaten, gerçek sultanlık budur… Çünkü maddî sultanlıklar, bir gün mutlakâ bitip gidiyor. Fakat gönül sultanlığı, ölümden sonra bile aynı ihtişâmıyla gönüllerde devam ediyor. İnsanlık, o gönül sultanlarına dâimâ ihtiyaç duyuyor, onları arıyor ve onların nurlu izinde yürüyor.
Üzerlerinden asırlar geçmesine rağmen hâlâ Bahâüddîn Nakşibend, Abdülkâdir Geylânî, Yûnus Emre, Mevlânâ, Hüdâyî ve emsâli Hak dostlarına müstesnâ bir alâka duyuluyor. İslâm’a hizmet eden büyük muhaddisler, müfessirler, mezhep imamları ve ehl-i tasavvufu Cenâb-ı Hak unutturmuyor.
Mü’min gönüllerde yaşamaya devam eden büyük mânâ sultanlarından biri de, hiç şüphesiz ki İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’dir. Dört buçuk asır önce Hindistan’ın Sirhind Kasabası’nda doğan o Hak dostu da, tevhîdi müdâfaa mücadelesiyle geçen örnek hayatı neticesinde Allah tarafından bütün müslümanlara sevdirilmiş, kısa zamanda sevgisi Hindistan sınırlarını aşmış, günümüzde de bütün dünyaya yayılmıştır.
Bugün başta Nakşîlik olmak üzere pek çok tasavvufî yol, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin irşâdından ve rûhânî dokusundan müstefid durumdadır. O büyük mürşid, fânî ömründen sonra bile ümmet-i Muhammed’e fiilî bir kıstas hâlindedir. Yaşadığı zamandan istikbâle doğru bir hidâyet ve istikâmet meş’alesi olarak tebliğ ve irşad hizmetine berzah âleminde de devam etmektedir.
Hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere:
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)
Bizler de şâyet Hakk’ın sevgili kulları olan evliyâullâh’a muhabbet duyuyorsak, âhirette onlarla haşrolunmayı arzuluyorsak, onların îman, ahlâk ve istikâmetlerinden nasîb almaya gayret etmeliyiz. Zira gerçek sevginin alâmeti, sevilenin hâliyle hâllenmektir.
Bu itibarla kendi hâlimizi dâimâ Hak dostlarının hâliyle mîzân ederek onları kendimize fiilî kıstas edinmeli, onların gönül dokusundan hisse almalıyız.
Kıymetli okuyucularımız!
Altınoluk mecmuamızda “Hak Dostlarından Hikmetler” üst başlığıyla yayınlanan yazılarımızın “İmâm-ı Rabbânî” kısmını teşkil eden bu kitapçıkta, biz de Hak dostlarının gönül âlemlerindeki hikmetler dergâhına bir tefekkür ziyaretinde bulunmayı arzu ettik.
Unutmayalım ki bizler de, bu fânî âlemden ebedî âleme intikâl eden Bahâüddîn Nakşibend, Abdülkâdir Geylânî, Mevlânâ, Yûnus Emre, Hüdâyî ve İmâm-ı Rabbânî gibi, irşadlarıyla cihâna yön veren Hak dostlarının bugünkü evlâtları, talebeleri ve dostlarıyız. Cenâb-ı Hak’tan niyâzımız odur ki; bizler de fânî hayatımızdan sonra kabrimizde kıyâmeti beklerken, yeryüzünde bizleri hayırla yâd ederek ruhlarımızı şâd edecek dostlarımız olsun. Bizden sonra gelecek nesle, bugünden hoş bir sadâ bırakabilmek, ne büyük bir bahtiyarlıktır…
Cenâb-ı Hak, bu dünyada sevdiklerinin istikâmeti üzere bulunmayı, râzı olduğu amellere muvaffak olabilmeyi, âhirette de sevip râzı olduğu kullarıyla haşrolunmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin.
Âmîn!..
Osman Nûri TOPBAŞ
Kasım 2015
Üsküdar