Doğa kadar tanıdık ve yabancı, sevgi ve şefkat dolu, yazgı kadar acımasızdır, şevkle, bıkmadan usanmadan yaşam verir, acıların anasıdır, ölünün ardından kapanan karanlık, yanıtsız kapıdır. Anne, anne sevgisidir, benim deneyimim, benim sırrımdır. Anne adını taşıyan ve onu, beni, tüm insanlığı, hatta tüm canlıları kapsayan, çocukları olduğumuz yaşam deneyiminin -denebilir ki- tesadüfen taşıyıcısı olan bir insan hakkında ne diye uzun boylu, yalan yanlış, eksik sözler edelim? Gerçi bu sözler hep edilmiştir ve edilecektir ama duyarlı biri, anlam, sorumluluk, cennet ve cehennemden oluşan o muazzam yükü, zaaf ve yanılgıları olan, sevgi, hoşgörü, anlayışa ve affedilmeye layık, bize annelik eden bir insanın omuzlarına yüklemez. Bilir ki, doğuştan içimizde olan mater natura ve mater spiritualis (doğa ana ve tinsel ana) imgesinin, çocukken emanet ve de teslim edildiğimiz yaşamın tamamının taşıyıcısı annedir. İnsan hem kendini hem de annesini düşünerek, bu dehşet verici yükü onun omuzlarından almakta bir an bile tereddüt etmemelidir. Zira çocuğu anneye bağlayan, onu da çocuğuna zincirleyerek her ikisinin de ruhsal ve psikolojik çöküşüne neden olan bu anlam ağırlığının ta kendisidir.