«Cipin farları dağ karanlığını upuzun aydınlatıyordu. Çalılıklar, cılız ağaççıklar bir anda pırıltıyla ışıldıyor, sonra koyu karanlığın içinde aynı anda geride kalıyordu her şey. Ama farların uzayan ışıkları yeni bir çalı kümesini aydınlatmakta gecikmiyordu. Çünkü İznik'ten beri değişik başka bir görüntüyle karşılaşmamışlardı bu dağlık yolda. Yalnız arada bir ağaçsız, tozlu topraklı bir alandan geçtikleri oluyordu. O zaman genizlerine dolan tozla öksürüyor, gürültülerine köpekler ürüyordu. Köylerden birinden geçtiklerini böyle ayırt ediyorlardı. Yoksa karanlıkta ne eve benzer bir karaltı, ne de bir damla ışık görülebiliyordu. Arkalarından ürüyen köpekleri büsbütün kızdırmak için de boyuna klaksona basıyorlardı…»