Hepimiz iletişimin kelimelerden ibaret olmadığını duymuşuzdur. Ağzımızdan çıkanlar iletişimimizin ancak küçük bir kısmını oluşturur. Herhangi bir iletişimin üslubu da içeriği kadar önem taşır.
Çocuklarımıza bağırdığımızda duygusal olarak pasif duruma geçeriz ve tek bir mesaj veririz: BENİ SAKİNLEŞTİR! Ağzımızdan çıkan kelimeler ne olursa olsun, ne kadar uzun konuşursak konuşalım, verdiğimiz mesaj değişmez: BENİ SAKİNLEŞTİR! Çocuklarımızın herhangi bir davranışına bağırarak karşılık verdiğimiz zaman, onlara bizi sakinleştirmeleri için yalvarmış oluruz.
Böyle davranarak onların bize itaat etmemelerini ya da dinlememelerini kaldıramadığımızı söylüyoruz. Baş edemiyoruz ve aklımızı kaçırıyoruz.
“BUNU YAPTIĞINA İNANAMIYORUM!”
“AKLINDAN NE GEÇİYORDU SENİN?”
“SENİNLE KONUŞURKEN YÜZÜME BAK!”
Bunların yerine dilediğiniz kelimeleri koyun, mesajınız değişmez: Uzlaşman gerekiyor yoksa kendimi kaybedeceğim. Ve kendimi kaybettiğimizde yine senin boyun eğmen gerekecek yoksa sakinleşemeyeceğim. Bütün duygusal tepkilerim sana bağlı.
Dört ya da on dört yaşındaki birisi bu kadar baskıyla nasıl başa çıkabilir? Evet bunun adı baskı. Tüm duygusal düğmelerimizin akıbetini çocuklara bırakırsak tamamen onlar odaklı hale geliriz. Onların çevresinde bir uyduya dönüşerek tüm duygusal tepkilerimizi okuldaki başarılarına, terbiyeli olup olmadıklarına ve verdikleri kararlara bağlarız. Koca bir ailenin duygusal hayatı ailenin en az olgun kişisinin büyüme sancıları, istekleri ve zaafları etrafında dönmeye başlar.
“Oğlum sakin ol çünkü ben kendimi sakinleştiremiyorum.”
Bunun Bruce Banner’dan pek de bir farkı yok değil mi?
Peki neyi farklı yapabilirsiniz?
Kendi uzaktan kumandanızı geri almakla başlayın. Kendinize ait duyguların kontrolünü elinize almak ilk önceliğiniz olmalı.